İdea Yayınevi / Ön-Sokratikler / Aziz Yardımlı
site haritası  
 
 
SOFİSTLER ÜZERİNE BİR NOT
 

Anaxagoras Nousu evrenin özü olarak ileri sürdüğü zaman, bu Anaxagoras'ın kendi kişisel, öznel anlığını değil, ama nesnel bir özü, "Evrenin özü"nü imliyordu. Ama Anaxagoras'ın kendisi ilkesini geliştirmedi, nesnel olanın nasnel açınımının bir kavrayışına ulaşadı. Nousun açınımı ilkin Platon ve Aristoteles'te nesnel olarak, evrensel İdea olarak ortaya koyulur.

Nousun nesnelliğinden soyutlayarak bütünüyle öznel bir imlemde almak da olanaklıdır. Aslında bu modern dönemde görgücülük tarafından ve daha sonra Immanuel Kant tarafından yapılan şeydir. Anaxagoras'ın bütünüyle nesnel ilkesine karşın, Kant'ta Nous ve tüm kategoriler onun öznel bilinci içerisinde devinir ve dışsal olarak ilişkilendirilir. Görgücülük düşünceyi öznenin, bilincin bir sorunu olarak ve dışsal hiçbir göndermesi olmayan bir soyutlama olarak görür ve benzer olarak nesnel bilgiyi doğrulayamaz. Klasik Yunan düşüncesinde de benzer bir eğilim gelişti ve bu öznel düşünme dönemi Yunanistan'ın Pelopenez savaşı sırasındaki dağışlış dönemi ile çakışır.

Nous bütünüyle genel ve soyut bir ilke olarak alındığında daha öte belirlenim gereksinimi içinde durur. Bu belirlenim ya da içerik nereden bulunacaktır? Düşünce evrenselin etkinliği olarak özneye aittir ve ön-Sokratiklerin bu noktaya dek ayrımsamadıkları problem budur. Tümü de arkelerini nesnel birer varoluş olarak ileri sürmüş, ve tümü de o arkenin kendi bilinçlerindeki bir tasarım olduğunun ayrımsamamıştı. Düşünceleri nesnellik dedikleri şeyde gerçekte yalnızca kendi kendisi ile ilişkiye giriyordu. Düşünceleri hiç kuşkusuz karşısına bir nesnellik alıyordu. Ama bu nesnellikte gerçekte yalnızca kendi kavramlarının belirlediği bir öznellikti. Bu yanılsamanın bilinci düşüncenin bir kez daha nesnellikten kendi öznelliğine geri dönüşünde sonuçlanacaktı.

Egonun bu kendi dışına yansıması ve oradan bir kez daha kendi içine dönmesi düşüncenin deviminin bütünüdür. Ama duyusal bilinç kipinde düşünce bu kendi deviminin, kendi içselliğinin bilinçsizidir, dışsal olanı düşündüğünü sanır, ve algının dışsallığını düşüncenin dışsallığı olarak kabul eder.

Ön-Sokratiklerde nesnelliğe sarılma olarak görülen tek-yanlılık yerini şimdi öznelliğe sarılma gibi ikinci bir tek-yanlılığa bırakır. Bu öznellik iki türde olabilir. İlk olarak Ego kendini ve kendi ilgilerini ve çıkarlarını birincil olarak alabilir, uslamlama amaca uyarlanabilir ve amaç için bir araç olarak hizmet edebilir; ya da Ego düşüncenin nesnelliğini, mantığı izleyebilir ve kendini kendi öznelliğinden kurtarabilir. Birincisi Sofizmin tarzıdır ve ayrıca doğrudan doğruya sofist amaçlar uğruna olmasa da modern dönemde öznel idealizm olarak bilinen görgücülüğün tarzıdır ve yararcılık, hazcılık, görecilik vb. gibi biçimlerde aşağı yukarı antik Sofizmi yineler.

 
 

Kavram, tam olarak Anaxagoras'ın anlattığı biçimde, her şeyi belirleyen, her şeyi anlatan, her şeye yüklem olan ve hiçbir şeyin onsuz somut olamayacağı, böylece var olamayacağı evrenseldir. Varolan hiçbir şey kavramlar tarafından belirlenmiş olmaksızın varolamaz. Ne olursa olsun bir şeyi anlamak ve anlatmak, bilmek, kavramak istediğim zaman bir düşünce, bir evrensel, bir kavram kullanırım. Dahası, başka her şey dışsal ve geçici ve değişken ve sonlu iken, yalnızca bu kavramsal biçim değişmez, kalıcı ve sonsuzdur. Burada doğal bilincin tam bir alt-üst oluşunu, tersine dönüşünü buluruz. Nesnel Düşünce dışsal tüm şeylerin tüm geçiciliği karşısında dayanıklı ve sağlam olandır. Doğal şeyler birer fenomen olarak geçici iken, Doğa Yasaları kavramsal biçimsellikler olarak sağlam olan yandır. Töreler, yasalar, ilkeler değişken, göreli ve sonlu iken, benzer olarak Kavramları onlarla karşıtlık içinde tözsel ve kalıcı olandır.

Sofistler ile ilk kez bu dönemde karşılaşırız. Bu ayrımın bilincinde değildiler ve göreli, değişmez, geçici olmayan Kavram ile hiçbir işleri yoktu. Tersine, değişim içinde olanı biricik varlık biçimi olarak tanıdılar. Kendilerine Sofistler diyorlar, çünkü bilgelik öğrettiklerini ileri sürüyorlardı. Ve öğrettikleri şey salt görgül olmanın yanısıra, herhangi bir nesnel uslamlamaya bağlı olmadığı için özel olarak moral sorunlarda amaca uygun her tür uslamlama sürecine izin veriyor, karayı pekala ak olarak gösteribiliyorlardı. Sofistlerin kötü ünü ilk olarak bu öznellikten gelir.

Sofistler, ön-Sokratiklerin tersine, hiçbir şeyin var olmadığını, herşeyin oluş durumunda, böylece geçici, göreli ve öznel olduğunu ileri sürdüler. Öte yandan, aynı göreciliği törel alana uyguladıklarında hiçbir ilkenin o kültür için saltık olmadığı vargısını çıkarsadılar. Bu çıkarsama o kültürün ortadan kaldırılması isteminden başka birşey değildi, ve bu noktada Sofist görecilik bozulma sürecine giren Helenik tinin kendi çözülme eğilimi ile örtüştü. Bu nedenle Sofistler sözcüğün gerçek anlamında deviriciler olarak kabul edildiler, devrimciler olarak, daha iyi ve daha yüksek bir kültürel biçimi amaçlayan idealistler olarak değil, çünkü saltık ya da ideal onların bakış açısı için olanaksız olandı.

İlk olarak, şeyler görüngüler olarak salt pozitif varlık taşımaz, ve görünürdeki dinginlikleri bir sağlamlık konumu değildir. Gene de burada önemli olan şey Sofistlerin pozitif olarak var olanın gerçekliğini yadsımaları, sıradan anlağın kalıcı ve sağlam ve dayanıklı olarak gördüğü şeylerin hiç de öyle sanıldıkları gibi olmadıklarını ileri sürmeleridir. Sıradan Anlağın Sofizme düşmanlığının nedeni budur. Ama bu daha sonra Platon ve Aristoteles'in Sofizme karşı kavgalarından bütünüyle ayrı birşeydir, çünkü Sofizm yalnızca sonlu olanı değil, ama sonsuz olanı da göreli, değişken, geçici sayar.

 
 

Sofistler bozuk uslamlamalar ile doğru olanı çürütebilir, ve doğru olmayanı doğrulayabilir, aklayabilir, bir tanıtlama görünüşü üretebilirler. Ama Sofizmde görmemiz gereken onun yalnızca bu yanı değildir.

Sofistler düşünceyi, genel olarak Kavramı dışsal nesnelere ve tüm insan ilişkilerine uyguladılar. Çünkü Sofizm kendini saltık ve biricik gerçeklik olarak bilir ve buna göre başka herşeyi, tüm dışsallığı olumsuzlar. Böylece kendi ile özdeş düşünce tüm olumsuzlayıcı gücünü kuramsal ve kılgısal belirlenimlerin üzerine yöneltir. Doğal bilimlerin belirlenimleri gibi yasalar ve törel olarak kabul edilen tinsel belirlenimler de bu saldırıdan haklarını alır. Böylece bütün bir nesnel dünya çözünür ve tikel öznellik kendini herşeyin ona bağlı olduğu özek noktasına yükseltir. Sofizm bu bakış açısı ile doğal bilincin gündelik kültürünün üzerindedir, ve benzer olarak Kavramsal düşünceyi izleyen felsefe de sonlunun kültürünün üzerinde durur. Tinin gelişiminde ancak geçici bir edimselleşme ortamını temsil ettiği düzeye dek, kültür Usun saltık ve ideal olan özlemleri için ancak göreli bir değer taşır. Gene de Kültür Tine aittir, ve kültürel evrelerin ya da biçimlerin asıl anlamı salt bir görünüş olan kalıcılık ya da sağlamlıklarında değil, ama kendinde daha yüksek bir aşamaya geçiş sağlamalarında yatar.

Öte yandan, kültür soyut kavramın kendine görgül ve göreli somutluk vermesini anlatır, ve bu somutluğa ulaşmak eğitimin genel amacıdır. Sofizm yine burada kendini bu görelilik alanının eğitmeni olarak gösterir, ve Yunanistan'da ilk kez şairlerin ve ozanların yerini alan Sofistler aracılığıyla eğitim ve dolayısıyla kültür evrensel varoluş kazanmıştır. Sofistler Yunanistan'ın ilk gerçek öğretmenleri oldular.

Sofizmin öğretimi dinsel eğitimden ayrılır ve bütünüyle dünyasal alana yönelik olarak yürütülen bir etkinliktir. Sofistler insanları bilimlerde, müzikte, matematikte vb. bilgilendirdiler ve ilk amaçları buydu. Perikles'ten önce Yunanistan'da düşünce yoluyla kültür istemi doğmuştu ve insanlar düşüncelerinde kültürlü olmayı, yalnızca biliciler, töreler, tutkular ve duyguların eğitiminden daha iyisini kazanmayı istiyorlardı. Sofistler öğretmenliği özel bir iş ve meslek olarak gördüler ve Yunanistan'ın bütününde yolculuklar yaparak gençlere kendi bilgelikleri olarak gördükleri şeyi öğrettiler.

Kültür düşüncenin, daha tam olarak Kavramın kendine belirli, sonlu, göreli, ve somut bir biçim verme sürecidir. Ve düşünceye dayandığı düzeye dek yalnızca inanç olmaktan çıkar, bir bilgi sorunu olur. Bu nedenle Sofizm Klasik Yunanistan'ın Aydınlanması olarak görülür. Düşünce genel ilkeleri arar, ve bunlarla kendini değer verilen her belirlenimin üzerine yükseltir, onlarla uyum içinde olmayan hiçbirşeyin değeri kalmaz. Pozitif içerik negatif bir norm ile karşılaştırılır. Ama Sofistlerin ilke olarak alabilecekleri şey soyut, ideal Kavram değil, ama yine kendisi pozitf olan belirlenimlerden daha çoğu olamazdı. Böylece Sofizm tüm çözümlemesinde bir karşılaştırmacılık ve görecilik düzeyinin üzerine yükselemez ve sözde olumsuzladığı kültürün içerisinde devinir. İlke olarak kabul ettiği ve altına tikelleri getireceği evrensellerin kendileri yine birer tikeldir.

Ama Sofizm bu yolda bütün bir Yunanistan'ın derin düşünme yeteneğini geliştirdi ve bu düşünce Yunanistan'ın parlak ama sonlu ve sınırlı kültürünün sonunun hazırlayıcısı oldu. Sofizm felsefede olduğu gibi ustaca uslamlama ve buna dayalı güzel konuşma sanatında da bir kültürdü. Sofizm bu iki yanından, felsefeden ve diluzluğundan ayrı olarak alındığında Sofizm olmaya son verir.

 
 

Sofistler bilgelik öğrettiklerini ileri sürüyorlardı. Ve antik Yunanistan'ın demokratik kültüründe insanlar arasında bilgili olmak toplumda ve politik yaşamda güçlü olmak demekti. Bilgili olmanın politik süreçteki öneminin en göze çarpan örneğini Anaxagoras'ın öğrencisi olan Perikles verdi. Kendi duruş noktasını bildiği için, başkalarını buna göre doğru yerlerine koymayı başarabildi ve başarısının bir yanı buna bağlıdır. Güç politik güç olarak bir İstenç ilişkisidir, ve başkalarının istenci üzerinde etkili ve egemen olabilmek onlarda olmayan evrenseli onlara karşı kullanmayı gerektirir. Sofistlerin amacı böylece insanlara dünyanın gerçek güdülerini öğretmekti, ve bu tüm tikelleri altında kapsayan evrensel olduğu için, Sofistler ister istemez kurgul düşünürler olmak zorundaydılar. Bu konuda felsefenin Yunanistan'daki gelişim sürecinde çarpıcı çözümlemeler ürettiler. Bunun dışında gerçek anlamda bilgili insanlar değildiler, çünkü henüz pozitf bilimler gelişmemişti.

Moral dünyada olan ve insanı doyuran şeyin bir bilincini üretme gibi çok sıradan bir sorunları vardı. Mitoloji tanrıların insanlar üzerindeki güçlerini öğretiyordu. Dolaysız ahlak yasaların egemenliğini tanıyor ve insanın onlara uyması gerektiğini buyuruyordu. Ama Sofist öznellik ilkesi hem mitolojiyi hem de yürürlükteki törellik biçimini dışsal zorunluk olarak kabul etmeyi olanaksızlaştırdı, çünkü öznellik hiçbir dışsallık tanımadığı için kendini ancak kendi içinden doyurabilirdi. Ve Sofistler evrenseli, ussal olanı, kendinde ve kendi için haklı ve türeli olanı tanımıyorlardı. Böylece insanın içsel dürtüleri, istekleri, eğilimleri onun güçleri oldu ve insan onlar doyuruldukça doyum bulur oldu. Sofistler bu güçlerin sıradan bilinçte nasıl denetlenebileceğini öğrettiler, çünkü insanların amaçlarını ve ereklerini belirleyen şey dışsal İyiler olmak zorunda değildi. Diluzluğu durumların bu güçlere nasıl uyarlanabileceğini öğretir, giderek insanların bir vargıya ulaşabilmek için duygu sömürüsünde bulunmalarına bile izin verir. Böyece Sofistler özellikle güzel konuşma sanatının öğretmenleri oldular, ve bu sanat bireyin kendini toplum içinde saydırmasının ve onlar için iyi olanı yerine getirmesinin aracıydı.

Bu güzel ve usta konuşma sanatı demokratik bir toplumu tanımlayan başlıca belirlenimlerden biridir, çünkü onda en son kararı bireyler verir. Sofistler insanları ortak Yunan yaşamı için, yurttaşlık için, devlet adamlığı için eğittiler. Güzel konuşma sanatının özelliği bir durumdaki çeşitli noktalar arasında bana en yararlı görünen ile uyumlu olanı vurgulamayı ve öne çıkarmayı göstermektir. Böylece burada da öznellik ilkesi baştan sona egemendir, ve birşeyin kendinde doğru, haklı, iyi vb. olup olmadığı bütünüyle keyfi bir sorun olarak kabul edilir. Sofistler bu diluzluğu sanatında sınırsızca ustalaştılar ve sıradan bilinç karşısında onun aşamayacağı bir üstünlük sergilediler ve onu öğretttiler.

 
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi 2014